estetize gürültü, kontrollü delilik


2019 yazının, ve muhtemelen bu senenin en iyi genç grubu olarak adlandırılacak İngiliz ekip Black Midi’nin ilk albümleriyle yarattığı gürültü patırtıya kayıtsız kalmak istemedik.

Amy Winehouse, Adele ve Jessie J gibi seslerin de tedrisatından geçmesiyle adı popüler müzik camiasında epey sık zikredilen Brit School’u duymuşsunuzdur. Gidip yerinde görmesek de bir kulak aşinalığı mevzubahistir. İngilizlerin müzik ödülleri BRIT Awards’u da tertipleyen fon, genç yeteneklere ücretsiz eğitim veriyor bu okulda. Okul ücretsiz, fakat girmek hiç de kolay değil.
O yüzden sadece bir süre Brit School havası soluyanlar için bile ciddi bir referans bu okul. Ve sadece pop yıldızları çıkmıyor bünyesinden. Konuyu nereye bağlayacağımıza gelirsek: Adlarını Japonya kökenli, aynı anda çok fazla notanın kullanılmasıyla nota kağıdının bir karalama kağıdı gibi görünmesine mahal veren müzik türünü tanımlamak için kullanılan terimden alan Black Midi (ya da bu dört gencin grup adı olarak kullandığı şekliyle black midi) de Brit School’dan çıkma.




Black Midi’nin müziğini tanımlamak için, belki biraz nafile, bir çabaya girişecek önümüzdeki satırlar. Gardınızı alınız. Aldıysanız, başlıyoruz. Progresif rock'ın, şimdi çoğu kült mertebesinde görülen albümlerini yapan, deliliğin dağlarında virtüöz müzisyenliklerle gezen gruplarını çağrıştırıyorlar. Zihni açık Alman grupları, kenarda köşede kalmış İskandinav ve İtalyan ekipleri, cazın uçuk emprovizasyonlarına gönlünü kaptırmış müzisyenleri...

70'li yılların rock'ının önce punk'ın gelişiyle sekteye uğrayan, sonra da şekil değiştiren o uçuk (ve progresif) dünyasından günümüze ışınlanmış gibiler. Fakar o seyahat esnasında katiyen boş durmamışlar, kabaca çizdiğimiz bu yıl aralığında olan bitene de dikkalice kulak kabartmışlar. 2000'lerin zekice kurgulanmış indie şarkılarının müsebbibi gruplardan Vampire Weekend gibi başlayıp, The Mars Volta başta olmak üzere çok sayıda zihin açıcı oluşumu doğuran At the Drive-In gibi devam edebilen şarkılar yazar hale gelmişler.
Bağlantıları sevenlerin biraz daha dikkat kesileceği biçimde, bu şarkının adını, müzik üzerine kafa patlatışıyla çokça kıymet verdiğimiz David Byrne'ün grubu Talking Heads'ten almışlar. Henüz ortada bir albümleri dahi yokken “Ege Bamyası” adlı albümleriyle bizde de özel bir yere sahip Alman grup CAN’in solisti Damo Suzuki’yle konser vermek gibi tek kaşı kaldırarak ‘hmmm’ sesi çıkartacağımız hareketler yapmışlar.


Bu safhayı sağsalim atlattıysak bir de şöyle devam edelim: Gürültüyü müziğin esaslı bir öğesi olarak kullanmak, giriştikleri kaotik estrüman atışmalarını sonu başı belli olan, vokaline eşlik edebileceğimiz şarkılara evirmek, bunları sahnede ucu açık birer serüvene dönüştürmek black midi'nin ilgi alanlarını oluşturuyor. Ani ritim değişiklikleriyle dinleyeni afallatmak, tekrar edip duran döngülerle (şa)manik bir ayindeymiş gibi hissettirmek te sevdikleri şeylerin başında.
Müzik bir yandan kendi halinde çalsın, ruhumu okşasın, zihnimi dinlendirsin, bana öyle pek fazla ilişmesin diyenlere göre değil black midi.

Abartılıp abartılmadıklarına dair tartışmalar var. Çok müzik bilmekten muzdarip, aklına geleni çalan birtakım genç insanlar mı, yoksa dahi derecesinde müzisyenler mi... İngilizler yine gitarlı müziğin en iyisinin onlardan çıkacağına duydukları güvenle birilerini ‘gazlıyorlar’ mı...
Ama evet, ne hakkında böyle bir tartışma yok ki günümüzün sosyal medya canavarı fikir beyanatı çılgınlığında. Soğansız? Soğanlı? Ortada övülen bir şey varsa, mutlak suretle onu yerden yere vuran da var. Antrenmanlıyız. Üzerinde hemfikir olmakta hiç sakınca olmayacak şeyse, gelişimlerini ilgiyle takip etmeye değer gençler oldukları.
Zira adını telaffuz ederken zorlandığımız ilk albümleri “Schlagenheim”, bir bakıma (havasıyla, sanat okulu görmüş gençlerin marifeti olmasıyla, deliliğiyle) fazlasıyla Pink Floyd’un ilk albümü “Piper at the Gates of Dawn”unu andırıyor. O hikayenin devamının nasıl geldiğini gayet iyi biliyoruz, bakalım Black Midi çocuklarınki nasıl gelişecek.


Yorumlar

Popüler Yayınlar